Osmanlı’da Kadılık Müessesesi

Kadı dendiğinde aklımıza doğrudan günümüzdeki hakimler gelir. Bu bilgi doğru ancak eksiktir. Osmanlıda kadılar Ahmet Şimşirligil’in deyimiyle “Bir şehirde askeri inzibatın dışındaki tüm işler kadı vasıtasıyla yürütülür.” Bu yazımızda bu kadar geniş yetkileri olan kadıların nasıl yetiştiğinden, tayin edilmelerinden, azledilmelerinden, sosyal durumlarından, görev ve yetkilerinden, ve kadılık müessesesinin kökeninden kısaca bahsedeceğiz.

Kadılık hiç şüphesiz ki İslam hukuk tarihinin merkezinde yer alan bir memuriyettir. Kadı kelimesi, Arapça’da kaf ve dad harfleriyle meydana gelen “kada” yani yargılama kelimesinden türer ve yargıç demektir. İlk kadı tayini Hz. Ömer tarafından gerçekleştirilmiştir. Kadılık, Osmanlı’ya kendisinden önceki İslam devletlerinden kalan bir miras olsa da Osmanlı’da hiyerarşi, eğitim-terfi bakımından çok tekamül geçirmiş bir kurumdur. Bir yerde kadılık müessesesinin zirve noktası Osmanlılar’dır. Osmanlı’da ilk kadı ataması Osman Gazi tarafından tayin edilmiştir. İlk başlarda herhangi bir medreseyi bitirmek kadılığa başvurmak için yeterli görülmüştür. Ancak 15.asırda Fatih medreselerini(Sahn-ı Seman) ve 16. asırda Süleymaniye medreselerini bitirme zorunluluğu getirilmiştir. Medreseyi bitirenler müftü, müderris ve kadı olabilirler ve her zaman bu meslekler arasında yatay geçişler mümkün olmuştur. Medreseden “danişmend” diye çıkan öğrenciler karma bir heyetin önünde yazılı ve sözlü bir sınava tabi tutulurlar. Eğer bu sınavda başarılı olurlarsa “İstanbul  Ruusu “ derecesini alırlar. Ama bu sınavdan başarılı olamazlarsa ilmiye sınıfında(kadılık, müftülük ,müderrislik) görev alamazlar. Sınavı kazananlar ve kadılığı seçen adaylar beş kişilik bir grupla büyük kadılıklara stajer olarak gönderilir. Üç beş yıl çalıştıktan sonra İstanbul’a gelir, bir sene de burada staj(mülazemet) ile vakit geçirirler. Ancak bu süreçten sonra alt kademedeki kazalardan birinin kadılığına tayin edilirler. Kadılar, padişah beratı ile tayin edilirlerdi. İlmiye mensuplarının tayin, azil ve nakil işlerine Anadolu ve Rumeli kazaskerlikleri dairesi yapar. Yani kadının mesleğe başlayabilmesi için bu dairelerden birine kayıt olması gerekiyordu. Bu dairelerde “ruzname” denen deftere isimleri kaydedilir, mesleki terfi ve özlük işleri bu bürolarda yürütülürdü. Kadıların görev süreleri sınırlandırılmıştır. Bu süre büyük kadılıklarda bir yıl, kaza kadılıklarında ise iki yıldır. Daha sonra kaza kadılığının süresi 20 aya indirilmiştir. Kadıların belirli bir süreyle tayin edilmelerinin çeşitli sebepleri vardır:

1) Yeterli kadro olmaması, ruzname defterlerinde sıra bekleyen adaylara yer açma endişesi

2) Kadıların çok uzun bir süre aynı yerde kaldıkları zaman mahalli halkla yakınlaşacakları ve kararlarında adil davranamayacakları düşünülmüştür.

3) Kadıların ilmi yönden kendilerini geliştirmek gerektiği, oysa İstanbul’dan uzakta yoğun iş temposu altında bunu gerçekleştiremeyecekleri düşünülmüştür.

Kadılar Yıldırım Bayezid devrine kadar kadılık faaliyetlerinden dolayı doğrudan bir ücret almıyorlardı(kendileri için kurulmuş vakıflardan ihtiyaçlarını gideriyorlardı.)Kadıların bu vakıflardan aldıkları, geçimleri için yetmediği zamanlarda rüşvet olaylarına karışması üzerine Yıldırım Bayezid mahkemelere harç sistemini getirdi. Bu harçların çeşitleri ve miktarları kanunnamelerde belirtilir. Kadı ve kadıya yardımcı diğer personellerde maaşlarını bu harçlardan alırlardı(günümüzdeki noterler gibi). Günümüzdeki gibi bir merkezi bir maaş sistemi yoktu.

Kadı kendi yargı bölgesi dahilinde çıkan olaylarda ve mahkemeye müracaatlarda kanuni sebeplerden biri mevcut olmadıkça davaya bakmaktan veya olayın aydınlatılması için gereken teftişten kaçınamazdı. Kadılar Sultan’ın özel fermanı olmadıkça kendi yargı bölgesi dışındaki yargı olaylarına bakamazdı.

Yukarıda da belirtiğimiz üzere kadıların sadece yargılama görevleri yoktu; bunun yanında birtakım idari ve teftiş görevleri bulunmaktaydı. Buna kadıların “görev birliği” denmektedir. Bu görevleri şöyle sıralayabiliriz:

1) Naip, mütevelli, imam, hatip vs. tayini

2) Noterlik görevleri, vakfiye tanzim ve tescili, vasi tayini, yetim mallarının idaresi, nafaka tayini, alacak senedi ve kefalet vs. gibi senetlerin tanzimi

3) Miras, evlilik akdi tanzimi,

4) Tapu sicil muhafızlığı(kent arazisi üzerinde emlak alım satımı kaydı)

5) İnfaz hakimliği görevi

6) Mülki görevleri, vüzera haslarının kontrolü, narh tespiti, lonca teftişi, iaşe, kale dizdarları teftişi, mukataa işlerinin kontrol ve kaydı, ordunun iaşe ve ibatesine yardım, birtakım dini grup ve zaviye ve tekkelerin ahvalini teftiş ve gözetme

7) Şeri hukuka göre kadı aynı zamanda bulunduğu cemaatin de reisidir ve cemaat reisi olarak bazı şikayet ve talepleri merkeze arz etmek

Bu sayılan görevlerini yerine getirmek için kadıların merkezle doğrudan yazışma hakkı vardır. Ayrıca kadılara görevlerinde  naip, Şuhüd’ül Hal, kassamlar, katipler, muhzır, mübaşir, tezkiye memurları, hademe, kapıcı gibi görevliler yargıda; subaşı, yasakçılar(asesler) kale dizdarları, mühtesipler de mülki görevlerinde yardımcıları olurlardı. Kadı bütün bu görevlerini yanında askeri sınıf mensuplarının da teftişiyle görevliydi.

Kadılar ilmiye sınıfından olduklarından dolayı dokunulmazlıkları vardır. Kadılar ne boğdurulurlar ne de kılıçla siyaset tatbik ettirilirler(Bu durumun istisnası pek azdır. Bilinen nadir istisnalardan biri IV. Murad’ın Bağdat Seferi sırasında İznik kadısını idam ettirmesidir. İdamın sebebi ise kadının şehrin kar dolmuş yollarını temizlettirmemesiydi. Yani yargı görevinden dolayı değil idari görevini yerine getirmediğinden idam ettirilmiştir.). Gittikleri yerlerde Sultanın vekilidirler. Dolayısıyla belirli bir dokunulmazlıkları mevcuttu. Kadıların teftişi konusunda devamlı bir mekanizmanın olduğu söylenemez. Kadıların suiistimali, kanunsuzca verdikleri hükümler ahalinin şikayetine sebep olur veya devlet yönetiminin dikkatini çekerse teftiş yoluna gidilirdi. Bu gibi durumlarda merkez beylerbeyi veya sancakbeyi rütbesinden birini(bunlara müfettiş paşa denir) yahut dergah-ı ali çavuşlarından biri mübaşir müfettiş olarak gönderilirdi. Eğer kadının yolsuzluğu, usulsüzlüğü anlaşılırsa ekseri merkezden gönderilen çavuşlar marifetiyle tevkif ettirilip merkeze getirilirdi.

Kadıların bu etkin rolleri 1826 Vaka-i Hayriye ile büyük bir sarsıntı geçirmiştir. Çünkü kadıların yaptırım gücü yeniçeri sınıfına dayanmaktaydı. Ardından ıslahatların başlamasıyla nezaretlerin, belediyelerin, idare, ticaret mahkemelerinin kurulmasıyla yetki alanları medeni hukuk alanıyla sınırlı kalmıştır.

Sonuç olarak kadılığın özgün bir kurum olduğu, görev birliği üzerine günümüzdeki birçok vazifelerin tek elden yürütüldüğünü ve bunun da hantal bir bürokrasi yerine daha dinamik bir bürokrasi oluşturduğunu söyleyebiliriz. Bu durum Osmanlı Devleti’nin aşırı merkeziyetçi yapısından kaynaklanmaktadır. Kadıların dokunulmazlıklarının bulunması, görev süresinin sınırlı ve maaşlarının yüksek olması, kadıların karar verirken yönlendirilmesi veya müdahale edilmesinin önüne geçilmiş, yargı bağımsızlığı sağlanmıştır.


Kaynakça:

ORTAYLI İlber; Hukuk ve İdare Adamı Olarak Osmanlı Devleti’inde Kadı, Kronik, İstanbul, 2016

CİN Halil, AKYILMAZ Gül; Türk Hukuk Tarihi, Sayram, Konya, 2011

BOZATAY Ş. Anbarlı, DEMİR K. Alp; Osmanlı Adli ve İdari Sisteminde Kadılık:

Kurumsal Bir Değerlendirme, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Burdur, 2014


 

 

Yorum bırakın