Hakların Öznesi Bağlamında İnsanın Yükümlülükleri

Hakların Öznesi Bağlamında İnsanın Yükümlülükleri Üzerine Bir Deneme

Kelime anlamı olarak haklar demek olan hukukun, kaynağının ne olduğu meselesi hukuk felsefesinde çok tartışılmış bir konudur. Biz bu yazımızda mezkûr konuyu felsefi ve toplumsal bağlamda ele almayı deneyeceğiz.

Yazımızda inceleyeceğimiz mesele, hukukun anlam içeriğinden ziyade ‘hakların öznesi anlamında’ insanı ele almak olacaktır. Ele alacağımız konuda, tümel olarak insanı, yani toplumu unutmamak büyük önem taşır. Zira toplumu unutursak, haklar ve yükümlülükler söz konusu edilmez. Çünkü toplumda sahip olunabilecek her hakkın karşısında, hakkın korunması işlevini gören birtakım yükümlülükler bulunur. Haklar ve yükümlülükler bu anlamda bir madalyonun iki yüzü gibidir.

Örneğin, yaşama hakkı, toplumdaki tekil olarak bireylerin başkasının yaşama hakkına tecavüz etmeme yükümlülüğünü hatırladığı ve saygı duyduğu sürece bir anlam ifade eder. Yoksa ben toplumda istediğim kadar yaşamaya hakkım olduğunu ilan edeyim, o hakkı korumaya alacak bir takım yükümlülükleri, toplumdaki diğer insanlar üstlenmezse, benim yaşama hakkım onlar için hiçbir anlam ifade etmez. Yani hakların yükünü daima başkaları çeker.

Bu noktada hakları güvenceye alma işlemini, devletin yerine getirdiği düşünülebilir. Ancak devlet, burada yalnızca, vatandaşlarının yükümlülüklerini yerine getirmeleri için suçlar ve cezaları, haksız fiiller ve tazminleri belirleyerek tatbik eder. Devlet, “Azınlık Raporu(2002)”1 filminin de konusu olduğu üzere, insanların, suç veya haksız fiil işlemelerinin imkânını mutlak suretle sınırlayamaz. Çünkü diğer bütün canlılardan farklı olarak insanın irade hürriyeti vardır.-İrade hürriyetini, başkasının hakkına saygı duyma/duymama tercihi olarak ele alıyorum.- İnsanların temyiz kudretlerinin yanında iradelerinin serbestçe kullanılabilmesi haklar ve yükümlülükler bakımından kilit taşı konumundadır.

Görüldüğü üzere, hakların kaynağı meselesi hürriyetin konusu alanına girmektedir. Peki, hürriyet ve yükümlülük arasındaki bu sıkı bağın sebebi nedir? Şu soru kanımca bu ilişkinin mahiyetini ortaya çıkarması bakımından mühimdir: Bir insanın hür olması mı onu yükümlülük sahibi yapar; yoksa yükümlülük sahibi olması mı insanı hür kılar? İmmanuel Kant’a göre ikincisidir. Yani, hür olduğumuz için yükümlü değil, aksine yükümlü olduğumuz için hürüz. Bu tespit bence de doğrudur. Çünkü yukarıda değinmeğe çalıştığım üzere hakkın ortaya çıkmasını sağlayan yükümlülük, ancak kişinin onu kendi hür iradesiyle üstlendiği vakit anlamını kazanır. Bir yükümlülük halinden bahsedilmiyorsa, ortada hürriyet yoktur. Ancak yükümlülük halinde insanın tercih yapabilme hürriyeti mevcuttur.-Yükümlülüğün yerine getirilip getirilmeme tercihi- Bu sebeple yükümsüz insan, hür olduğunu iddia edemez.-Hukukta irade yokluğu ve irade sakatlıkları hallerinde kişilerin sorumlulukları yok sayılmış veya azaltılmıştır.-Hürriyet ancak hürriyete direnen noktalar var olduğu sürece gerçek hürriyet olarak tecrübe edilebilir.2

Peki, söz konusu yükümlülükler nelerden ibarettir? Bu soru bütün bir insan hayatını göz önüne getirdiğimizde, yanıtın belli başlı ilkelerin varlığına işaret ediyor olması elzemdir.  Bunun için İmmanuel Kant’ın ödev ahlakı kuramına kısaca bir göz atmakta fayda var. Kant, ahlaki anlamda insan eylemlerini koşullu buyruk(hipotetik imperatif) ve koşulsuz buyruk(kategorik imperatif) olarak ikiye ayırır. Koşullu buyruk, belirli bir amaca ulaşmak için ne yapılması gerektiğini söyleyen buyruktur. Örnek olarak dersten geçmek için altmışın üzerinde not almak gereklidir. Bu buyruk insanı dışarıdan koşullayan bir emirdir. Koşulsuz buyruk ise, insanın yerine getirmeyi kendi isteğiyle üstlendiği, yükümlülüğünü üzerine aldığı, kendi koyduğu buyruk anlamında koşulsuz buyruktur. Yani insana ödevi, başkası tarafından değil, bizzat kendisi tarafından, kendi vicdanı tarafından verilir. İnsan, ödevini yani yükümlülüklerini kendisi oluşturur.

Koşulsuz buyruk, bütün insanlar için geçerliliği olan buyruktur. İnsanın kendi çıkarlarına bağlı olmayan bu buyruk, eylemin muhtemel sonuçlarını dikkate almadan, zorunlu olarak ortaya çıkar. Koşulsuz buyruğun temelinde üç ilke vardır:

1)Her zaman davranışımızın altında yatan kuralın aynı zamanda genel geçerli bir yasa olmasını isteyebilecek şekilde davranmalıyız.

2)Diğer insanları hiçbir zaman, yalnızca bir araç olarak değil, aynı zamanda daima kendi başına bir amaç olarak görüp, buna göre davranmalıyız.

3)Öyle davranmalıyız ki irademiz, kendisini herkes için geçerli olan kurallar koyan bir yasa koyucu olarak hissetsin.

Kant felsefesinde, bir eylem çıkar ve beklenti içerisinde yapılmışsa bu eylem, koşullu eylemdir ve bu eylem ahlaki değildir. Fakat bir eylem, ödev duygusu içerisinde, hiçbir çıkar veya beklenti içerisine girmeden koşulsuz buyruk ile yapılmışsa ahlakidir.

Kant’ın bahsettiği ahlak felsefesinin haklar bakımından şu anlamda değerli olduğunu düşünüyorum: Eğer toplumda, yükümlülüklerimizi koşulsuz buyruk anlamında, hür irademizle üstlenebilmeyi başarabilirsek, toplumsal ahlaki çöküntünün de önüne hep birlikte geçebiliriz. Ancak bunun için her şeyden önce devletin, insanların hürriyetini garanti altına alması ve insanların da zincirlerinden kurtularak hür olmayı, bir erdem olarak arzulaması şarttır.  Bu anlamda hürriyetin olmadığı yerde ahlaki davranışın söz konusu edilemeyeceği ortadadır. Sonuç olarak hür bireylerin ödev duygusunu içselleştirdiği bir toplumda, hakların en geniş bir biçimde toplumsal hayatımızda yer edineceğine inanıyorum. Alman şair Goethe’nin de dediği gibi, herkes evinin önünü süpürürse, tüm semt tertemiz olur.

1 Steven Spielberg: Minority Report, 20th Century Fox Films, 2002

2 Burhanettin Tatar: Din, İlim ve Sanatta Hermenötik, İsam Yayınları, 2014, s. 32


Kaynakça:

Ahmet ARSLAN, Felsefeye Giriş, BB101, Ankara,2017

Cicero, Yasalar Üzerine, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2016

felsefe.gen.tr


 

Yorum bırakın